"Kuran-ı Kerim' in sırrı Fatiha' da, Fatiha'nın sırrı "B"esmele de, "B"esmele' nin sırrı da başında ki "B" harfindedir." Hz. Ali (k.v.)

B sırrı

Karınca Misali

Bu bir hikaye değil, yada bir öykü. İnsan tarafından nitelendirilmiş hiçbir yazı türüne ait değil. İçinde hikaye yada herhangi bir yazı türü için olması gerekenler, yani zaman yada yer yok. Zaten bununda bir anlamı yok. Mutlu, yaşlı, kötü, iyi olan bir sonucu yada sonuçlarıda yok. Bu yanlızca, kağıt üzerine mürekeple yazılmış bir yazı. Bundan daha eski zamanlarda olsaydı, belki kağıt Ceylan derisi, mürekep yerine kök boya yada kan kullanılıcaktı. Tabi ki sonu olmadığı gibi, bu yazının bir başı da yok........... Nasıl başlıyacağını da bilmiyorum. Sanırım, yazmaya bildiğim yeden başlayacağım........
...Tanrı yok. Onu siz öldürdünüz.....(Friedrich Nietzsche; Ve Böyle Buyurdu Zerdüşt).
Karanlığın sonsuz olduğu, yalnızlık zamanlarıydı. Tanrıdan güçlü olmasına rağmen canı sıkıldı........

 

         Karıncalar, karınca larvalarını bir yuvadan diğerine taşıyorlardı. Delice yağmur yağmaktaydı ve yuvanın içine giderek su doluyordu. Daha öncede yaşanmıştı böylesi felaketler. Yapılması gerekenler yapılmalıydı. Yaşamaya daha da önemlisi yapılabiliniyorsa yaşatmaya çalışmak gerekiyordu. Kendilerini kurtarabilenler, kendileriyle birlikte birer ikişer larvaları, güvenli buldukları yerlere saklıyor. Tekrar büyük bir aceleyle geriye dönüp daha su basmamış odalarda ki larvaları kapıp kaçmaya çalışıyorlardı. Fazla arkada kalanlar ölüyordu. Ölümün kara dehşeti, aynada ki süliyet gibi gözden göze koşuşturuyordu. Korkunun yarı belirgin suratında aşağılayıcı bir sırıtma ve abartılı ama sessiz kahkahalar dört nala at koşturuyordu. Tehlike altında olmayanlar bile bunu bir bakışta yaşıyorlardı. Karıncalar panikle koşuşturmaya, ağlamaya, şaşkınlıkla bakmaya, birbirlerine yardım etmeye çalışıyorlardu. Bu panik ortamında neredeyse herkes birbirine köstek oluyordu.........

Parmakları arasında iki deve karıncası. Sinirlensinler diye kafalarını birbirine sürtüyor. Arada bir de biri diğerinin bacağını ısırsın diye, birinin kafasında ki büyük kıskaçları diğerinin bacağına doğru yaklaştırıyordu... İkiside iki elin parmakları arasında olmasına, hatta ayakları yere bile basmıyor olmasına  rağmen. Saldırıya geçenin diğeri olduğunu zannederek büyük bir hiddet, cesaret ve haklılıkla diğerinin ısırtılmak istenen yerini ısırıyordu. Kıyasıya, ölümüne bir mücadeleydi. Toprak  karası olan daha iri ve daha kudretliydi. Duruşunda bir asalet bir zerafet vardı. Diğeri daha çok hayatta kalmaya çalışıyormuş gibiydi. Toprak karası olan bir hamle yaparak! Diğerinin bacağından yakaladı ve bir sonraki hamlesi onu kopartmak olacaktı, koparttıda. Bu seferlik kavganın diyeti bir bacaktı. Bugün bir karınca evine yaşıyor ama sakat olarak dönüyor. Diğerininde arkadaşlarına anlatacak bir zaferi olmuştu.... Bu düzen böyle devam etti.....
Toprak karası karınca yaşlanmıştı. Soğuk kış gecesinde elindeki sıcak çikolata bardağından uzunca bir yudum çekti. Gözü yarı şöminede ki alevlere dalmış. Daha önce onlarca kere anlatmış oldu hikayelerden birini anlatıyordu. Hikayenin en heyecanlı yerinde sesi birden kesildi, bacaklarına örtülü kırmızı üzerine siyah çizgili battaniyeyi altına doğru tebiştirdi. Yüzünde ne yaptığını bilen gülümsesiyle, torunlarının gözlerinde ki heyecanı görmek için başını kaldırıp bir bakış attı.
-   Isırdım, dedi.
…Sıcak çikolata bardağından uzunca bir yudum çekerken, anlık bir kıvılcım kamçıladı beynini. Neden? Bunca yıldır anlattığı kahramanlık hikayerinde, dinlediklerinde herzaman herkes haklıydı. Haksız olan yoktu. Kendiside haklıydı. O yanlızca kendini korumak için onları öldürmüştü. O yapmasaydı, rakibi onu öldürecekti. Toprak karası düşmanlarını daha önceden tanımıyordu, tanısa bile onların kendisiyle ne alıp veremediği olduğunu bilemiyordu. Herkes kendi hayat kavgası içindeyken, herkese yetecek besin olmasına  rağmen neden bu kavga. Bunca yıldır kahramanlıklarından gurur duymaktan bunları düşünemediğini farketti. Onlar saldırıyordu toprak karası öldürüyordu. Ama neden saldırıyorlardı? Neden?
     Suskunluğu uzun sürmüş olmalı ki çocuklar sabırsız ama saygılı bir şekilde koltuğuna vurmaktaydılar........


     Bir gün yapılan bu haksızlıklara! isyan çıktı ve bunların faturasını, onlara nesillerdir besin sağlayan, yaşamaları için su ve yer veren şeye! Soludukları havayı bile onlara sağlayan Tanrıya kestiler. Onun verdikleri olmasa neler olabileceğinin farkındaydılar ama yapılanlar haksızlıktı! Cezasını tek bildikleri yolla kavgayla, isyan ederek, yok ederek çektirmek istediler. Aslına bakılırsa yok etmekten, tüketmekten başka bir yetenekleride yoktu. İyilik, yapıcılık, uzlaşmazlık öğrenememişlerdi. Yada bu onlara öğretilmemişti…

  Saldırdılar, olanca hınçlarıyla, ısırıp kopartılar ve öldürdüler. İstedikleri adaleti sağlamışlardı artık. Şu andan sonra kendilerine yaşamları için gerekli olan hayati şeyleri nereden telafi edicekleri endişesinden çok daha farklı şeyler vardı kafalarında. Hepsinin suratında kadın, erkek, çocuk, yaşlı, eşcinsel,...,ona bir fiske bile vuramamiş olandan, en çok vurmuş, en çok ısırmış olana kadar herkesin suratında bir çocuğun annesini öldürdükten sonraki yaramaz ve şeytanı sırıtışı vardı ve birbirlerine bakıyorlardı. Hepsinin aklında şu soru vardı.
     -  Kim tanrıdan daha kuvvetli?
     Bu sessizliği delerek ellere kollara kadar uzanan bir soruydu. Doğmaya, hayata gelmeye çalışan bir bebek gibi ana rahminden dünyaya yaklaşıyordu, gerçekliğe. Doğuşu  acı içinde, çığlıklı ve kanlı olacaktı buna hazırlanıyordu. Doğması için yanlızca sessizliği bozacak bir cesaret lazımdı. Ama kimsenin cesareti yoktu. Bunu sesli söylerse diğer rakiplarinin bir olup onu yok edeceğini biliyordu. O noktada cesaret aptallıktı,.......... Sessizlik bozuldu ve anında, Afrikanın içlerinde ki kurumuş su yataklarında ki aç piranalar gibi onun tepesine üşüştüler ve onu tüketmeleri fazla zamanlarını almadı… Fiziksel olarak açtılar, yiyecek yoktu etini yediler, içecek yoktu kanını içtiler ve sıradakini beklediler. Artık anne, baba, kardeş,... yoktu. Çünkü o dünyada ki herkesin, az yada çok tanrıdan güçlü olmak gibi bir şansı vardı. Beklediler ve beklediler, acıkınca biribirlerini yediler,içtiler.......sonra biri şöyle dedi.
         -   Kim tanrıdan daha kuvvetli? Tabiki benim, dedi. Çevresinde ki yanlızlığa, son karınca.
         Hiç kımıldamadan durdu. Gözleri boşluğa daldı, aynada gördüğü silüyetin kendisimi! yoksa, başkasımı! olduğunu bilmeyen, bu iki yada daha fazla ayna arasına sıkışmış, yansıyarak sonsuza uzayan silüyetin kendisimi! yoksa başkasımı! olduğunu algılamaya çalışan, surat ifadesiyle kutladı zaferini...

18 Mayıs 2006 - KKTC


Diğer Yazılar



Bu site Burak' ın kişisel sitesidir.
FİYSEBİLİLLAH
(KARŞILIK BEKLEMEDEN, YANLIZ İSMİ ALLAH OLAN İÇİN)
Allah hazmıyla kolaylaştırmış olsun.

iletisim @ bsirri.com