Tarikat, zaman içinde İslam’ la bütünleşmiş bir terimdir. Günümüz itibariyle de bu kelime tamamen orijinalinin dışına çıkartılmış ve “bir gurubun içinde olmak” olarak algılanmaktadır. Az bir şey derinlemesine İslam’ la alakalı birisine sorulan bir soru haline gelmiştir. “hangi tarikattansın?” Hatta ve hatta bu tarikat meselesi bir takım kişiler tarafından o kadar ciddiye alınır ki, Hz. Muhammed (s.a.v) ‘in anlatmış olduğu İslam anlayışının önüne geçerek. Din içinde ayrımcılığa, “bizim tarikat sizinkinden iyi” tartışmasına dönmüştür.
“Nokta birdi. Cahiller onu çoğalttı” Hz. Ali.
Tarikat tam teslimiyettir. Ama kişilere değil! Allahın ilim sıfatına tam teslimiyettir. Kendi haricin de, başka düşüncelerin varlığına taamül edemeyip, onları yasaklayan bir cemaate üye olmak değildir tarikat.
İslam’ ı anlamada ki en temel yanlış algılama!
Maharet nardadır saçta değil
Keramet baştadır taçta değil
Her ne ararsan kendinde ara (B sırrıyla)
Mekke’de, Kudüs’te, Hacta değil
(Yunus Emre)
“İnsan düşünen bir varlıktır.” denilir. Yıllardır bize telkin edilir “insanı diğer canlılardan ayıran özelliktir düşünmek…” düşünmek… düşünmek… Yiyoruz, içiyoruz, seviyoruz, âşık oluyoruz, sevişiyoruz, tuvalete gidiyoruz, kendi menfaatimize düşünüyoruz… hayvanlar da. Peki insan! olarak ne düşünmemiz gerekli ki hayvandan farklı olarak İNSAN OLALIM?
İşte o arada ki farkın adıdır “tarikat”.
Düşünen insan olmak araştırmak, bazen kafanın karışması, hatta düşünmekten beyninin sünger gibi olduğunu fark etmektir (ki beyninin çalıştığını anlayabilesin). Çünkü tarikat “düşünmektir.”
İsterseniz şimdi biraz düşünmeye başlayalım. Nasıl düşünmemiz gerektiğini düşünelim. Çünkü tarikat budur.
Kendi düşünce dünyamızda o işin ehli olduğunu düşündüğümüz kişileri karşınıza alalım ve sorularımızı onlara soralım! Onları tanıdığınız kadar. Acaba o kişi olsa bu soruya nasıl yanıt verirdi diye düşünerek soralım (düşünelim)… işte size ipin ucu…
Şimdi konumuzla ilgili sorumuzu da diğer zatlardan çok onu bildiğimiz için, Hz. Muhammed Aleyyiselam’ a tanıdığımız kadar, duyduğumuz, okuduğumuz kadar onun huzuruna çıkarak (düşünelim) ve İslam’ın kaynağı olan o muhteşem beyine soralım. “sizin tarikatınız ne?”, “sizin meshebiniz ne?” ve diğer sorular.
Birçok kişi aldığı yanıtları beğenmeyip “Ama…” diyecektir… Bunu da o kişinin kendi vicdanına bırakıyorum…
“ Salâvat ve ayna nöronlar ” konuyla ilgilidir, okumanızı tavsiye ederim.
Burada şeriat, tarikat, marifet, hakikat yada hakikat marifet gibi kavramlar yok demeye çalışMIyorum. Yalnızca İslam’ da birçok şeyin düşünMEmekten dolayı yanlış algılandığı ve bu kelimelerin de işaret ettiği anlamların dışında algılandığını söylemeye çalışıyorum.
Peki, nedir bu kavramlar ve nereden gelmiştir.
İnsanı, eşyanın hakikatini görmekten perdeleyen 3 şey vardır. Bunlar; izafi benlik duygusunun (ben en iyisini bilirim, yaparımın…), tabiatının (yeme, içme, uyku, seksin…) ve toplumun değer yargılarının (bu değerlidir onu ele geçirmelisinin) etkisi altında kalarak karar vermesidir.
Zaman içinde “veli” adını verdiğimiz zatlar hakikate ermemin yollarını aramışlar ve bunları ellerinden geldiği kadar. Halk ile paylaşmaya çalışmışlardır. Kimi yaptığı çalışmalarla izafi benliğinin etkisini azaltarak, kimi de tabiatının etkisini azaltarak (zaten toplumun değer yargıları ilk önce gidendir.) eşyanın hakikatini görmeye çalışmışlardır. Bu uğurda yapmaya! çalıştıkları da, şimdi ki toplum tarafından tarikat olarak algılanmıştır. Oysa işin yapma kısmı, fiil kısmı şeraittir…
Allah sistemini nasıl algılamamız gerektiğini bize öğreten bu beyin kapasitesi yüksek kişilerin (Velilerin, resullerin) yaptıkları çalışmalar ve öğretileri çok değerlidir. Amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Ama gitmeden önce de nedir? Ne değildir? Nasıl yapılır? Acaba bize uygun mudur? diye araştırmak gereklidir.
Tarikat çalışmalarıyla ilgili yanlış bir uygulama misali vermek gerekirse; Sizin burcunuz “su grubunda” ise, yapınızda tabiatınız ağır basmaktadır. Eğer siz izafi benlik ile ilgili çalışmalar yaparsanız. Bu sizi büyük ihtimalle mülhime bataklığında boğacaktır. Yani bilinciniz boyut atlayacak (mecazi anlatım) ama bedeniniz hala dünyalık peşinde olduğu için. Tekliği bedeninizde yaşayacaksınız ve firavunlaşacaksınızdır… Bunun örneklerini birçok yerde görebilirsiniz. Bu sebepten dolayı kullanılan ilaçlar hastalığa uygun olmalı ki, tedavi başarılı olabilsin.
Tarikatların nereden geldiği, mülhime bataklığı gibi konuların ayrıntılı açıklamasını Ahmed Hulusi’ nin;
“İnsan ve Sırları(2) kitabının; Şeriat-Hakikat, şeraitten gaye nedir?” bölümlerinden,
“Tek’ in Seyri kitabının; nefs’ in mertebeleri, mülhime girdabı” bölümlerinden.
“Bilincin Arınışı” kitabından ya da
" http://www.ahmedhulusi.org " web adresinden bunların hepsine bedava ulaşabilirsiniz.
Bu kaynaklar günümüz Türkçesiyle yazıldığı ve anlaşılması daha rahat olduğu için öneriyorum. İsteyen istediği kaynaktan bunları araştırabilir. (Hatta tavsiyem olan kaynaklardan araştırdıktan sonra birde diğerlerinden araştırın. Kendinizi sınırlamayın.)
Hz. Muhammed (s.a.v) ve onun en büyük mucizesi olan Kuran-ı Kerim’ i anlamada ki en önemli basamak olan tarikat tek başına kişiyi hidayete erdirmez. Hidayete ermenin yolu şeriat, tarikat, marifet, hakikat (mülhime nefis mertebesinde), Şeriat, tarikat, hakikat, marifet (mardiye nefis mertebesinde) hükümlerini dengeli bir şekilde uygulamaktır.
Kişi öldüğünde, kendisine sorulacak sorular arasında tarikatı, mezhebi, uyruğu, ülkesinin yönetim şekli gibi sorular yoktur. Sonuç olarak, kişinin yanında götürebileceği tek şey bilincidir ve bilinci eğitmenin formülü de; şeriat, tarikat, marifet, hakikat ya da hakikat marifettir.
ŞERIAT: insanın beyin kapasitesini artırmak için yaptığı çalışmalardır. İslam’ın fiil kısmıdır. Farz ve nafile ibadetlerdir.
TARİKAT: Düşünme şekli, yöntemi, algılama yanlışlıklarının düzeltilmesi, beyne TEK’lik (ehad ve samed) formatının atılması, ilim…
MARİFET: Şeriat ve tarikatın sonucu olarak ismi Allah olanın sistemini OKUmaya (ikra) başlamaktır.
Tarikat, şeriat, marifet (ilim, mürid -irade-, kudret) üzere ortaya çıkanı YAŞAMANIN adı da HAKİKAT’ tir.
Hakikatten sonra gelen marifet ise kişide ancak mardiye nefis mertebesinde ortaya çıkar. Bunu da ancak yaşayan bilir. Anlatmaya çalışarak hadi aşanlardan olmayalım. Yerimizi bilelim…
Burada anlatmaya gayret ettiklerim umarım bir nebze olsun anlaşılmıştır. Biraz dağınık oldular, kusura kalmayın. Çünkü bu konular çok basit olmasına rağmen günümüze gelene kadar o kadar karışık bir hal almıştır ki. Maalesef, acizliğimizle ancak bu kadar doğrultmaya gücümüz yetiyor. Doğrulta biliyorsak.
Allah anlayışımızı ve ilmimizi arttırsın. Bizleri beş duyuyla algıladıklarımızla kayıtlı kalmaktan kurtarıp, eşyanın hakikatini görmeyi nasip etsin. Hazmıyla kolaylaştırsın. Âmin.
27 Ağustos 2007- İstanbul